‘Hani herkes arkadaş
Hani oyunlar sürerken
Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken
Eskidendi çok eskiden…’
‘Eskiden’ sözcüğünün geçtiği tüm şiirlerde bir geçmişe dönüş arzusu olur. Ama bu sözlerin daha derinine inildiğinde asıl özlem duyulanın geçmiş değil, masumiyet olduğunu farkediyor insan.
Dudağımızın üzerindeki süt izi gibi davranıyoruz masumiyetimize. Toplum içine çıkmadan önce komik görünmemek için siliyoruz. Çünkü biz masumiyetimizi yaşam içerisinde anlamlı ve yararlı kılmayı bilemiyoruz. Bu yüzden de onu sandıklara kapatıp, üstüne kilitler vurup, tabiri caizse, ‘Sokak İnsanı’ kimliğimizle günü yaşıyor ve bazı akşamlar, eskileri yad etmek için masumiyetimizi masaya oturtup, onunla iki tek atıyor, hatta omzunda ağlıyoruz.
”Kimse bize ihanet etmemiş
Biz kimseyi aldatmamışken
Eskidendi çoook eskiden”
İçimizdeki çocuğu saklamak değil, büyütmektir yapılacak olan belki de. ‘Ben aslında iyi bir insanım! Ama hayatın gerçekleri beni hayatta kalmak için belli alanlarda farklı bir kimliğe bürünmeye zorluyor’ gibi ifadelerin ardına sığınmak yerine, ‘İyi Bir İnsan Olmak’tan ne anladığımızı sorgulamak gerekiyor artık. Belki o muğlak ‘İYİ İNSAN’ kavramının yerine bilinçli seçimler yapan ve yaşamının sorumluluğunu kendi üstüne alan insan kavramını koymak gerekiyor.
Biz ne olmak istediysek onu olamadık bu kesin. Daha ziyade ne için çaba gösterdiysek onu olduk.Biz neyin bedelini ödemeye hazırsak, onun sahibi olduk. Ne bir eksiğinin ne bir fazlasının.
Masumiyet bize başlangıç için verilmiş bir hediyeydi. Biz onu çalışkanlık, sabır, özveri, kararlılık, alçakgönüllülük, tok gözlülük, kendine güven, yaşama saygı, aldığımız nefesin ve içtiğimiz suyun hakkını vermeye özen gibi faziletlerle destekleyemediğimiz için koruyamadık.
Mihnetten kaçtık biz, nimete odaklandık.
Böyle hüzünlü şarkılar dinleyince de, hep başkalarını suçladık; bize fırsat vermeyenleri, yolumuza taş koyanları, kötü örnek olanları, kıskananları, iftira edenleri…
Özlü sözler yolladık e-postalarla. Bu özlü sözleri söyleyen insanların yaşamlarına hiç bakmadık. Onun yerine, aynaya baktık, cebimize baktık, kartvizitin üstünde yazan tanıma baktık, rahatımıza baktık, işimize baktık.
Göğe bakmalıydık oysa… Uçsuz bucaksız göklerin ihtişamı altında ne kadar küçük ama ne kadar anlamlı durduğumuza bakmalıydık. İçimizdeki masum küçük çocuğun elinden tutup, yürümeliydik yolda. Ona bile bile, seve seve yolunu seçmeyi öğretmeliydik. Yaşamı herşeye rağmen sevmeyi ve herşeye rağmen doğru bildiğini yapmayı öğretmeliydik.
O zaman bu kadar incitmezdi bizi şarkılar. O zaman kalbimizi elimize alıp gururla yürüyebilir ve düşsek de kendi başımıza kalkıp devam etmeyi başarabilirdik.
Belki de hala çok geç değildir…
(Alıntıdır) Juno Gözlemci
Bu yazı toplam 1220 defa okunmuştur