Ordu türküsünden bir dize ile depremden, acıdan, üzüntüden, umutsuzluktan uzak bir yazı yazayım dedim ama yinede aklım hep oralarda.
*
Zaman saati durmuyor.
Kış bitti, bahar geldi.
Mart ayına girdik.
Fındık dalları yeşillendi.
Şubat ayının son günlerinde 20 dereceye çıkan hava sıcaklığı fındık dallarında geri dönüşü olmayan yeşillenmeye, bahçelerde eskinin Sümerbank basmaları gibi çiçeklenmeyi beraberinde getirdi.
Fındık bahçeleri tablo gibi.
Malum birinci cemre havaya, ikincisi suya ve ardından toprağa düşmesiyle yeni bir umuda hayat başladı.
Buralarda yaşayanların, yaşam umudu dalın ucundaki fındığa bağlı.
Fındık olursa sıkıntı olmaz.
Evde mutluluk olur.
Ya tersi...?
O tarafını düşünmek bile kabus gibi. Şimdilik fındık dondan, soğuktan yanması, zarar görmesi korkusu, endişesi var.
Nasıl da olmasın ki?
Sıcak ve kurak giden Ocak, Şubat ayının ardından Mart ve Nisan ayında gelebilecek soğuklar erken açan fındık yapraklarını, doğan fındık çiçeklerini dondurursa.
Kar, buz geri gelirse.
*
İnşallah gelmez.
*
Başka konularda yazmak bu kadar...
Aklım herkes gibi yıkım, afet bölgelerinde demiştim.
O denli büyük yıkıma, yok oluşa rağmen sağ kalanlar doğup büyüdükleri topraklarda, evinin enkazının başında.
Taş, kum yığınlarının yanından ayrılmayan, yaşam umudunu yine o enkazda arayan ulusum insanlarını görünce başka konularda yazmak sanki suç işliyor duygusu veriyor insana.
Hele de yaşamak adına üç beş isteğin koskoca ülkemiz tarafından bugüne kadar karşılanamamış olması insanı üzüyor.
Ne istiyorlar ki?
Bir göz çadır, içecek temiz su, tuvalet, banyo yapabilecekleri bir yer, ısınmak için soba, odun...
Çok birşey mi,?
"Dar zamanda zor günümüzde yanımızda olur" diye ilkokula başladığımız günlerden bu yana karınca kararınca yardımda bulunmayı görev saydığımız, öğretmenimizin ödevi olarak kabul ettiğimiz sarı zarfa harçlığımız ile birlikte sevgimizi, yarınlara güvenle bakmayı koyduğumuz Kızılay'ı zor günümüzde çadırı ihtiyacı olana vermesini, tez zamanda yetiştirmesini beklerken bir başka yardım kuruluşuna satması ne kadar doğru?
Kim hakkını helâl eder bu Kızılaya.
Bizim ilk mektep sıralarında öğrendiğimiz, beynimize "anne şefkati" dağıtan kuruluş diye gün gün işlediğimiz Kızılay o yardım kuruluşuna "tamam elimizde olanı birlikte dağıtalım, tez zamanda eksi 10 derecelerde gündüz gece üşüyen çocuğa yuva olalım, sen elindeki parayla yurt dışından, içinden başka yerlerden çadır, konteyner satın al" deseydi kötü mü olurdu?
Kimin üzerinden kim için ticaret yapıyorlar?
Hele de böyle bir günde para kazanma!?
Fırsatı kâra dönüştürme!...
Ne bileyim olacak iş değil.
Bir tarafta Devletimizi yönetenlerin en üst makamından seslendirdiği hepimizin ortak olduğu bu sese "kimse köyünü, kentini terketmesin, gidenlerde dönmek üzere gitsin, demografik yapı değişmesin" söylemi başka ne şekilde karşılık bulacak?
*
Köyünde kentinde kalanların en masum isteklerine yetişemedik.
*
Ama yetişelim.
Gerekirse bir kez daha ulusal kampanyalar düzenlensin, bir ekmeğimizi bölüşelim o çocuklarımızın, kadınlarımızın, annelerin isteklerine yetişelim...
Kırılan, yıkılan, yok olan dünyasını her gün görmeyi, birlikte yaşamayı göze alan yüce Tanrının sınırsız sabır verdiği memleketimiz insanına yardım etmeye devam edelim. Birlikte düştüğümüz yerden birlikte kalkalım, yaralarımızı birlikte iyileştirelim.