Bu toprakları korumak ve bilim adamlarının önerdiği tedbirleri almak hem Müslümanlar olarak görevimiz, hem de kendi soyumuzun devamı için vazgeçilmez idealimiz olmalıdır.
Bütün bilim dallarında yapılan araştırmaların sonunda dünyamızın son yıllarda oldukça yıprandığını ve insan kaynaklı bu yıpranmanın ardından kıyamet adı verilen sona yaklaşıldığı ifade ediliyor.
Müslüman bilim insanları Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV)’in Hadislerinden edindikleri bilgileri de ekleyerek konuyu araştırırken, inançsız bilim adamları ise doğada yaşanan hızlı değişimlere bakarak dünyanın bir felaketin eşiğinde olduğu fikrinde birleşiyorlar.
Kimileri kıyamet alametlerinin birer birer yaşandığını ifade ederken, kimileri de dünyanın ömrünün henüz çok uzun olduğunu, fakat insanların doğayı bu kadar hor kullanmaya devam etmesi sonucu yaşanabilir alanların hızla azalacağını söylüyorlar.
Allah’a ve Hz. Muhammed’e inananlar kıyametin ne zaman geleceğiyle ilgilenmekten daha ziyade göz açıp-kapayana kadar tükenen ferdi ömürlerinin sonunda faydalı bir şeyler yaparak bu dünyadan göç etmenin hesabını yapıyor. Diğer kesimde bulunanlar ise, bedenlerini dondurarak veya başka yöntemler icat etmeye çalışarak kıyamet adı verilen mutlak sonun etkilerinden korunmanın telaşındayken genele baktığımızda büyük çoğunluğun bütün insanların yaşamını etkileyecek bu gidişatla ilgili yeterli gayret göstermediği görülüyor.
Buzullar hızla eriyor, bütün bilim insanları buzulların erimesiyle deniz seviyesinin 6 metre yükseleceğini ve bunun ardından Amerika, İngiltere, Japonya, Kore gibi doğu ve batının uçlarında bulunan alanlardan başlayarak buzul çağına girileceğini ve bunun ardından da tam tersi olan bir ateş yükselmesi yaşanacağını ifade ediyorlar.
Her iki durumun olması demek insanların topluca ölümü demektir. Bu ölüm esnasında ne etnik, ne ırki, ne fikri, ne dini, ne maddi, ne de siyasi ayrım görülmeyecektir. Toplu ölüm demek, ayrım gözetmeksizin herkesin ölümü anlamına geliyor.
Dünyanın coğrafik durumuna baktığımızda, doğu ve batının ortasında bulunan Türkiye ve Orta Doğu toprakları söz konusu felaketten en son etkilenecek kesimler olduğundan (ve bu tüm dünyada bilimsel olarak ispatlandığı için bilindiğinden) herkesin gözü Türkiye ve Orta Doğu topraklarındadır. Bu toprakların önemini bildiklerinden bütün hesaplarını bu topraklar üzerine yapan başka milletlerin aksine bizler garip bir rehavet ve şanslı olmanın verdiği şımarıklıkla ülkemizin doğasını deliler gibi yıpratmaya devam ediyoruz.
Çoğunluğu Müslüman olan Türkiye ve Orta Doğu insanlarının böylesi şımarıklığa ve hor kullanmaya hakkı yoktur.
Dinimiz “kıyametin kopacağını bilsek bile” elimize geçen fidanları dikmeyi emrediyor ama dağlarımız-tepelerimiz, ovalarımız ve yaylalarımız hızla çoraklaşıyor.
Bu toprakları korumak ve bilim insanlarının önerdiği tedbirleri almak hem Müslümanlar olarak görevimiz, hem de kendi soyumuzun devamı için vazgeçilmez idealimiz olmalıdır. (2012)