İslam’ın önemsediği en önemli kurumlardan bir tanesi aile kurumudur. Bu kurumun sağlıklı yürümesi için bir takım temel prensiplerin olduğu muhakkaktır. Bu ilke ve prensipler çeşitli kategorilerde ele alınabilir.
Biz bu çalışmamızda aile mutluluğunu temin eden prensiplerden önemli gördüğümüz birkaç tanesini dile getirme amacını taşıyoruz.
Ancak bu temel ilkeleri ele almadan önce evliliğe hazırlık niteliği taşıyabilecek bazı noktaları vurguladıktan sonra; mutluluğu sağlayan esaslarla birlikte aile kurumuna temel bakışımızı ve mutluluğu gölgeleme ya da engelleme özelliğinde olabilecek bazı hususlara dikkat çekmek istiyoruz.
İslam’da insan olmaları bakımından, erkekle kadın arasında herhangi bir fark yoktur. Yani, temel hak ve sorumluluklar açısından kadının konumu erkekten farklı değildir.
Ayrıca, kadın, yaratılış itibariyle erkeğe göre ikinci derecede bir değere sahip olan bir varlık değildir. Kur’ân-ı Kerim’de, farklı fizyolojik ve psikolojik yapıya sahip olan kadın ve erkekten biri diğerinden daha üstün veya ikisi birbirine eşit tutulmak yerine, birbirinin tamamlayıcısı kabul edilmiştir.(el-Bakara 2/187)
Kadınlara nispeten söylenmiş bir söz olan, saçı uzun aklı kısa veya ev su etek gibi Hiç yakışmayan sözlerin söylenmesi asla kabul edilemez bir durumdur
Kadınlarımız asla,;İkinci sınıf varlık değillerdir.
Kur’an-ı Kerim’in ‘Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz.’(Bakara, 2/187) şeklindeki ifadeleri de erkek ve kadının insan olarak birbirlerine olan ihtiyaçlarına açık bir şekilde dikkat çekmektedir.
Hz. Peygamberin; kadınlardan ayrıca biat alması ve bu hâdisenin Kur’an-ı Kerim’de açıkça yer alması, (Mümtehine, 60/13) İslam’a göre kadın iradesinin bağımsızlığını göstermektedir.
İslam’a göre, bir insan olarak erkeğe tanınan temel insan hakları kadına da tanınmıştır. Buna göre hayat hakkı, mülkiyet ve tasarruf hakkı, kanun önünde eşitlik ve adaletle muamele görme hakkı, mesken dokunulmazlığı, şeref ve onurun korunması, inanç ve düşünce hürriyeti, evlenme ve aile kurma hakkı, özel hayatının gizliliği ve dokunulmazlığı, geçim teminatı gibi temel haklar bakımından kadınla erkek arasında fark yoktur.
İslam’dan önceki kadının yeri çok farklı Islam’ın gelmesiyle kadınlara değer verilmiş bugünkü konumu çok farklıdır.
İslam’ın ilk yıllarında olduğu gibi kadının her zaman hayatın içinde olduğu bilinmektedir.
İslamın tebliğ edildiği dönemlerde Kadınlar camiye gelirler, Peygamberimizin huzurunda otururlar ve çeşitli konularda hakkında bilgiler edinmek için Resulullah’ın söylediklerini takip ederlerdi,belki bugün bile kadınların sormaya cesaret edemeyecekleri kendi özel durumlarıyla ilgili konuları hiç çekinmeden sorarlardı.
Bu uygulama daha sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Nitekim Hz. Ömer bir hutbesinde kadınlara verilen mehrin yüksek oranlarda tutulduğunu, bunun miktarının azaltılması gerektiğinin söylediğinde, mescitte bulunan kadınlardan birinin ayağa kalkıp; “Allah’ın bize vermiş olduğu hakkı sen bizden alamazsın. Çünkü bu, Kur’an’da bulunan bir hükümdür” diye itiraz etmiş ve Hz. Ömer’in de bu itiraz karşısında “Allah’a şükürler olsun, benim halkımın arasında yanlışımı düzeltecek böyle kadınlarda var” dediği tarihi kaynaklarda kayıtlıdır.
Diğer taraftan yine Hz. Ömer döneminde “Hisbe” denilen görevin, yani pazarlardaki düzen ve ahengi kontrol işlerinin bugünkü anlamda bir nevi “zabıta” hizmetlerinin kadına verildiği tarihî bir vakıadır.
Kur’an’da nisa/kadınlar isimli bir surenin varlığı, cennetin bir kadın olarak anaların ayaklarının altına serilmesi; hatta peygamber olması için bile engel görülmemesi İslam’ın kadına verdiği değeri vurgulayan önemli kanıtlardandır.
Günümüzde kadının ikinci sınıf insan olarak değerlendirilmesi, töre,adet ve göreneklere kurban edilmesi, geleneklerin din gibi algılanması sonucu kadının zulüm ve haksızlığa uğraması Cahiliyeye dönüş arzularından başka bir şey değildir.
Kadınlarımız eştir, anadır,bacıdır, kardeştir, can yoldaşı ve gönüllerin ve evlerimizin baş tacıdır.
Kadınsız bir hayat asla ve asla mümkün olması da mümkün değildir.