Düz Mahalleden geçenler bilir.Taşlıydı yollarımız, tozluydu da biraz...
Evlerin mis gibi deterjan kokuları karşılardı herkesi...
Yürürken koltuk altında gazetesi olmayan yok gibiydi... Ekmek gibi, su gibi olmazsa olmazlarımızdı okumak...
Çamaşırlar asılırdı sokak aralarında, yağ, peynir tenekeleri mutlaka saksı olarak değerlendirilirdi, yufkalar açılırdı ramazan gelmeden, odun ateşinde reçeller kaynar, salçalar yapılırdı...
Halıları yıkamak ayrı bir eğlenceydi bir de çocuk gözleriyle bakınca tabi ki bol köpükler içinde kalarak...
Bahçelerse ne büyük görünürdü küçük orman zannederdik, oysa hep meyve ağaçlarıydı onlar ve fazlaca
mandalina ağacı vardı, en çok da onları koparırdık dallarından gizli gizli, izinsiz...
Kilit üzerine kilit asla olmazdı kapılarımızda, hafifçe itince bile açılırdı.
Aslında tüm Türkiye böyleydi kapıları, gönülleri açık insanlar yaşardı... Eskiden çok eskiden...
Hani nereden nereye geldik diyeceğim de teknoloji yok, betonlaşma yok o zamanlar en organik, saf günlerimizmiş aslında kıymetini bilememişiz...
Yani çok özlüyorum o dönemleri inanın nasıl özlemeyeyim ki medeni, aydın, düşünen, insanlarla yaşamıştık biz...Ya şimdi...
Uzaklarda kalmış, güzel günleri özleyerek yaşıyoruz işte..
Sanki artık değişmeyen tek şey doğan güneş, yağan yağmurlar mı onu da bilemedim?
Bu yazı toplam 2253 defa okunmuştur