CENNET

Ahmet Yenin 2022-10-14 08:28:59

Akıl sağlığı yerinde, sorumluluk duygusuyla düşünerek yaşayan saygıdeğer insanlar, okurlar ve, bugün sizlerle Araştırmacı Gazeteci Yazar Ozan Yılmaz’ın “Ölenin arkasından gömülen düşünceler ve duygular”… Başlığı altında kaleme aldığı makalesini paylaşarak, iyi ve güzel ahlaklı vicdanlı örnek insanlardan, örnek idarecilerden aklımızı kullanıp hayatta iken topyekûn ülke, ve dünya insanları olarak faydalanmamıza ve faydalanmanıza karınca kararınca katkımız olsun istedik.

Ölenin arkasından gömülen düşünceler ve duygular… Geleneğimizdir. Ölünün arkasından konuşulmasını hoş karşılamayız... (Dirinin ardından ‘her şeyi’ konuşuruz...) Ölüye saygı isteriz... (Diriye saygı göstermeyiz...) Ölüye haksızlık etmek istemeyiz, hoşgörülü oluruz bahsederken. (Diriye haksızlık, hoşgörüsüzlük varlığımızın gereğidir sanki...) Ölünce suçlarını da bağışlarız insanların... Bir faydası olacakmış gibi... (Diriyken suçlarını abartır, suçuna suç katmanın, suçu yoksa suç yaratmanın yollarını ararız ve ne yapıp edip buluruz... Cezalandırırız...) Kimilerinin ölmesini bekleriz; üzülmek ve övgüler düzmek için... Hatta cesetlerini merdiven yapıp bir yerlere çıkmak için... Onun anısına diye diye, anısını da katletmek, görse bir daha ölümü isteyeceği durumları onun adına serbestçe/çarpıtarak gerçekleştirmek için... Kendimiz için de, anlamlı (ve acısız) bir ölüm isteriz sık sık... Ölünce değerimi anlarsınız deriz çok farklı biçimlerde. (Bu yazı da, bir açıdan o farklı biçimlerden biri...) ’Cennet’ gibi bir yer görünce, ‘tam ölünecek yer’ diyenler az değil... Araştırırsanız, yaşamının çoğu ‘cehennem’ gibi ve bir gün (kendiliğinden) düzelir umuduyla geçmiştir. Dünya cennetinden umudun azalmasına paralel gelişen ölünce kavuşacağını sandığı (hayali) cenneti bilinçaltında çağrıştırdığından , ‘cennet’ gibi yerler, ‘ölünecek’ yerlerdir. Ölüyü... Ölümü, yaşayandan... Yaşamdan daha çok seviyoruz genelde; ’az evrimleşmiş’ aklımızla... İntihar etmeyişimiz ise ölümden (bilincimizde) ‘korkmaktan ve beynimizin ilkel bölümünden (yaşama içgüdüsü) kaynaklanıyor bence. (Bir de “intihar günah” inancı var çoğunda.) Dinlerin çoğu, en büyük gücünü ‘ölüm’den alır... ‘Ölüm Korkusu’nun ticaretini yapar... Din bir yandan ölüm korkusunu/acısını azaltırken, bir yandan da ölümü yüceltip ölü-severlik aşılarlar... Bir adım daha ilerisinde ‘ölümsüzlük’ ticareti başlar... ‘İnsanın özü ruhtur ve ruh ölümsüzdür’ derler... (Ne kadar rahatlatıcı değil mi? Irmaklar, ağaçlar, çiçekler, kuşlar, şerbetler, ‘nefis’ huri kızları filan da var... Beş yıldızlı tatil köyünde zengin bir (erkek) müşteri gibi!.. Bir de şu ‘cehennem belası’ olmasa, insanları bu düşe inandırmakla nüfus planlamasına gerek kalmazdı... (Birçok insan yaşam sorunlarından Dünyadan bunaldığı halde, cehennem ihtimali de olduğundan ve “cennete gitmek” garanti için ölümden kaçınmakta.) Gerçi var olan halleriyle dinler, nüfus planlamasına ‘kanlı ve acılı’ büyük ‘katkı’ yapmıştır... Yapmaktadır.)

Epikür, binlerce yıl önce bile ölüme (kendince) gerçekçi yaklaşarak; ’ben varken ölüm yok, ölüm varken ben yokum’ diyebilmiştir. Bu söz, felsefi açıdan uzun tartışmalar doğurabilir. Oraya girmek istemiyorum. Sözü, ‘insanları yaşarken anlamaya çalışmak daha önemlidir’ düşünceme destek olarak (yalın) kullanıyorum. Bir de şarkıyı anımsıyorum buna bağlı olarak; ’Ayrılık yarı ölmekmiş...’ Bir insanı tam anlamak/değerlendirmek için ölüm, yarım anlamak/değerlendirmek için ayrılık mı gerekli? Böyle olmamalı... Dengeyi yaşam ve yaşayan lehine yeniden kurabilmeliyiz... Birini yanında yaşıyorken anlamayan, sevmeyen, saymayan, önemsemeyen... Uzaklarda iken... Hele ki öldükten sonra anlasa, sevse ne olur? Ölüm ve ayrılık vicdan aklamak için mi? Hayır... Olmamalı... Varlığımı, dirimi sevmeyen... Yokluğumu, ölümü sevmesin... İstemem böyle ikiyüzlülüğü... Sahte/’karşı’ sevgiyi... Eksik olsun... (Kim ister ki? Bu sevgi cinaidir... Ölmesini istemektir insanın) Geçen yıllarda intihar eden insanlara, duyarlı bir şair de eklendi. Adını yazmaya hakkım yok... Utanç ve üzüntüyle anımsıyorum... Bu insanların yaşaması için gerekli çabayı göstermedik... Bir şairle karşılaşırsanız (ya da duysanız), parasız/hasta/bunalımda... Olduğunu bilseniz (bilmek istiyor musunuz?) ne yaparsınız? Biraz para (ya da birazdan fazla borç), biraz yemek, biraz sevgi... Bir oda... Bir iş... Olanaklarınızı zorlayıp bir şeyler verir misiniz? Peki, bunların olmaması için ne yapıyorsunuz? ’Umut’ olsun veriyor muyuz? Yoksa ‘kendi bacağından asılan ‘her koyun’dan birkaç sözle farklı olduğumuzu mu sanıyorsunuz? Yaşamı, yaşayanı ne kadar seviyoruz? Yaşayanlar için, yaşanılır bir dünya/ülke/sistem için ne yapıyorsunuz? Yeterli mi? Dün geçti... Bugün, yarın için ne yapıyoruz, ne yapabiliriz? (Bazen, yarın için yaşayıp bugünü(anı) ‘iptal’ ettiğim duygusuna kapılıyorum. Burada kastettiğim farklı... Bugünü üretken/insani yaşamak, biraz da yarın(lar) içindir.) Ertelediklerimize ömrümüz yetecek mi? Tesadüfen yaşadığımız bu ülkede, zamanımızın ne kadarını yaşamı anlamlı kılacak uğraşılara ayırıyoruz? (Yoksa ayda bir dergi/kitap okumaya bile zamanı olmayanlardan mısınız?)

Evet... Tesadüfen yaşıyoruz... Yaşamımız tehlikede! Ölüm her köşe başında! (paranoid olmak için neden çok, fakat bu bir paranoya değil.) Kirli sularla taşınan mikroplarla mı, bir dikkatsiz şöförün aracıyla mı, fanatik bir grubun ateşiyle mi, psikopat ruhlu bir düzen maşasının kurşunlarıyla mı, yaşatılanlara dayanamayan yüreğimizin/beynimizin iflasıyla mı?.. Hastalık/parasızlık/sevgisizlik yüzünden mi, bir deprem yıkıntısının altında mı, yaşamı anlamlı kılmak için yürüdüğümüz yolda mı, öldürüleceğiz?.. Bilmiyorum... Bildiğim zaten insanca olmayan koşullarda, salt insani (düşünsel/duygusal) değil, bedensel (biyolojik/doğal) gereksinimlerimizi bile (beslenme/barınma/sağlık) tam karşılayamadığımızdan yavaş yavaş öldüğümüz... Bu, ‘Kronik Ölüm’dür... (Bu deyimi ben bulmadım. Bu deyim kapitalist sistemin insana ‘Armağanı’dır...)

Bu yazı toplam 455 defa okunmuştur

Anasayfa