1 Nisan 2023 Cumartesi Saat: 09:10
Bir ülkenin eğitim ve kültür seviyesini trafik düzeninden, yapılaşmasından, şehir planlamasından anlayabilirsiniz.
Yayaları, sürücüleri, cadde ve sokakları, yolları, kavşakları, trafik kurallarına uyma ve uygulama her şeyin göstergesi niteliğinde.
Şehirlerin planlaması, parklar, bahçeler, otoparklar, kamu binaları ve çevresi, alışveriş merkezleri, marketleri ve bu merkezleri kullanım durumları hepsi eğitim ve kültürün dışa yansıması...
Gelişmiş, "eğitim-kültür" seviyesi yüksek ülkelerde düzensizliği göremezsiniz.
Herşey plan, program dahilinde uygulanır.
Kurallara, yasalara, kişi hak ve hukukuna uyarlar.
Kimse kimsenin hakkına saygısızlık yapmaz.
Mesela, sözünü ettiğim ülkelerde şehir merkezlerinde veya şehir içerisinden geçen karayollarında tretuvar, insan boyunu aşan yükseklikte ucu sivri ok gibi demirlerden kurulu değildir.
Ya hiç konulmamıştır, ya da bitkilerden yapılmıştır.
Tel örgülü korunaklı yollar olmakla birlikte genelde şehir dışında, orman içi yaban yaşamının olduğu bölgelerde görülür.
Burada da amaç, yaban hayatında yaşayan canlıları korumak, sürücülerin ve hayvanların can güvenliğini sağlamak, kolayca karayollarına ulaşmalarını, yolları kullanmalarını önüne geçmek içindir.
Gerekli midir, gereklidir.
Bizim ülkemizde ise tamamen tersi...
Özellikle karayollarının şehir geçişlerinde sağlı sollu, orta refüjler dahil edilerek ucu sivriltilmiş demirlerden sıra sıra örülü kilometrelerce uzunlukta korkuluk duvarları yapılarak yayaların ve karayolunu kullanan sürücülerin can güvenliği sağlanıyor.
Yaya geçitleri bile örgülü demirlerle koridor yapılarak hizmete sunuluyor.
Yapılan uygulamayla insanımızın trafik kurallarını bilmediği, bilenlerinde uymadığı şeklinde yorumlanıyor.
Doğru mudur genel durumu kapsamıyor olsa da maalesef "evet".
Ancak kim nasıl düşünür bilemem ama tamamen ilkel bir görüntü.
İnsanlarına güvenmeme.
Ne sayarsanız sayın.
Elin memleketlerinde yaban hayvanları karayollarından uzak tutulurken bizimkiler şehirde yaşayan insanlarımızı karayollarından, kıyılardan, denizden uzak tutmaya kurallara zorla uydurmaya çalışıyorlar.
*
Karadeniz sahil illerine bir bakın.
Samsun, Ordu, Giresun Trabzon ve diğerleri.
İlçeleriyle birlikte şehir içerisinden geçen bölümlerde kilometrelerce uzunlukta cezaevi bahçe duvarı gibi örülü demirlerle çevrili.
Yaylacılarımızın "bağlak" sınırları gibi.
Hele de Giresun ve Bulancak ilçesi sahili.
O ne?
Karayolu kenarlarına yaptıkları demirli güvenlik tedbirleri hayvanat bahçesi çevresini anımsatıyor..
Bu demirli duvar insanların karayoluna geçişini engelliyor olabilir ancak hiç güzel görüntü vermiyor.
Hiç olmazsa demirler bitkilerle birlikte düşünülseydi bir parça daha farklı olabilirdi. Ama bugünkü haliyle tam bir çirkinlik örneği.
Zaten deniz doldurularak inşa edilen karayolu şehrin denizle, kıyıyla, kumsala, dalgalarla bağlantısını kesmiş.
Karayolu yüksekte şehirler alçakta kalmış.
Üstüne üstlük bir de demir duvarlarla örülünce "denize inmekte bakmakta adeta yasaklanmış" gibi...
Doğrusu şehri denizle birleştirmek olmalıydı.
Vatandaş kolayca kumsala inmeli, deniz suyuna dokunabilmeliydi.
Şehrin her yüksekliğinde deniz görülmeliydi.
Bulancak'da şehri denizle dağların arasına hapsetmişler.
Dolayısıyla denizin kıyısında adeta denize hasret şehirler inşa etmişiz...