Hak ve haklılık insanın temel değerlerinden biridir. Özellikle adalet kavramı üzerinden hakka ulaştığınızda en temel değerlerden biri haline geliverir. Hakkın olduğu yerde bir de haklı olan taraf vardır. TDK Büyük Sözlükte hak kavramını şöyle tanımlamış; 1. Adalet 2. Adaletin, hukukun gerektirdiği veya birine ayırdığı şey, kazanç. 3. Dava veya iddiada gerçeğe uygunluk, doğruluk. 4. Verilmiş emekten doğan manevi yetki. 5. Pay. 6. Emek karşılığı ücret. 7. sf. Doğru, gerçek. Müslümanların hak ve haklılık üzerine İslam’ın emrettiği konuları çok iyi bilmesi ve bunun gereğince amel etmesi gereklidir bence.
Hz. Ömer adaletiyle nam salmış İslam devletinin ikinci halifesi. Şiddetli ve kudretli biri! Hz. Ömer (r.a.) bir gün hutbede cemaate şöyle seslendi:
“Ben haktan ayrılırsam ne yaparsınız ” Cemaat içinden bir sahabe kalkarak cevap verdi:
“Seni kılıcımla düzeltirim ya Ömer!”
Hz. Ömer (r.a.) ellerini açarak;
“Ya Rabbi! Sana şükürler olsun ki ben Senden gaflete düşersem, Senin adaletinden ayrılırsam, beni kılıcıyla doğrultacak cemaate sahibim” diye şükretti.
Bizler hep Hz. Ömer’in bu kıssasında Hz. Ömer’e odaklanırız nedense. Oysa orada kudretli halifeye kalkıp “Seni kılıcımla düzeltirim ya Ömer” diyen sahabeye pek dikkat etmeyiz. Hatta pek çok yerde ismi dahi geçmez bu sahabenin. (Hz. Ali veya Abdullah ibni Mesud olduğuna dair rivayetler vardır.) Düşünmeyiz koskoca bir devlet başkanı ve karşısında devlet başkanından hesap soran zayıf bir insan. Bir kere yanlışı bulmak ve düzeltebilmek için ilim sahibi olması lazım insanın. İkincisi bu yanlışı hiçbir şeyden korkmadan ve kimseden çekinmeden dile getirme cesareti olmalı. Tabi burada Hz. Ömer’in “hadi oradan sen kim oluyorsun da bana yanlışımı söyleme cesaretini kendinde bulabiliyorsun” demediğine dikkatinizi çekiyorum. Ne yapıyor Rabbine şükrediyor ki hatasını gösterebilecek ölçüde hakkı, hakkaniyeti bilen, ilmi seviyesi yüksek insanlar var etrafında.
Yine o mübarek halifenin bir başka kıssası: Hz. Ömer r.a. halifeliği sırasında Cuma hutbesi irad etmek için ayağa kalkar. Cemaate seslenerek:
“Ey cemaat beni dinleyin!” der. Cemaatten bir sahabe Halife Ömer’e:
“Ey Ömer! Seni dinlemiyoruz.” Diye bağırır. Ömer ona yönelerek:
“Neden dinlemiyorsunuz ” diye sorar. O sahabe:
“Herkese, ganimetten elbiselik eşit kumaş düştüğü ve bu eşit kumaşları eşit olarak sen dağıttığın halde, kendi vücudun daha geniş, benim vücudum daha zayıf olmasına rağmen, ben bu ganimet kumaşından kendime bir elbise çıkartıp diktiremedim.
Sen ise iri vücutlu olduğun halde diktirmişsin. Görülüyor ki sen, kendine daha fazla kumaş almışsın. Devlet malına tecavüz ettiğin için seni dinlemiyoruz” diyerek, Halife Ömer’i protesto eder. Hz. Ömer de kendisini savunmak için o sırada camide gördüğü oğlu Abdullah’a seslenerek:
“Ey Abdullah, gerçeği halka anlat” der. Abdullah ayağa kalkarak:
“Kendi rızasıyla, kendi hissesini babasına verdiğini, babasının da bu iki hisseyi birleştirerek kendisine bir elbise diktirdiğini açıklar.” Bu açıklama üzerine protestocu sahabe Halife Hz. Ömer’e: “Şimdi anlat ey Ömer! Artık seni dinleyebiliriz” der.
Şimdi bizler o ashabın yolunda gidenleriz ya! Şöyle bir nefsimizi hesaba çekelim. Hangimiz hak ve hakkaniyet konusunda bu şekilde davranabiliyoruz Hangimize derece olarak bizden aşağıda olan biri gelip bir yanlışımızı söylese ona gülümseyerek teşekkür edip Allah’tan af dileriz Hangimiz hak ve hakkaniyetle ilgili dinimizin emrettiği şeyleri kitaplardan açıp okuyarak öğreniyoruz Ya da bir idarecimize hatta devlet başkanımıza biri gelip de yanlış yapıyorsun dese ne olur dersiniz
Düşünün bir kuruma işimiz düştü, vakit çok dar ama uzun da bir kuyruk var. Bir bakıyoruz bir tanıdığımız bizim işimizin olduğu gişede görevli ya da o kurumda çalışıyor. Sıranın bize gelmesini mi bekleriz yoksa hemen yanına giderek meramımızı anlatıp işimizi halletmesini mi isteriz Eğer sıra bekleyenlerdensek Allah mübarek etsin biz de o sahabeler gibi hakkı, hakikati biliyoruzdur ama değilsek o zaman vay halimize minik bir tefekkür.
Hz. Ömer ve devletin mumu
Hazreti Ömer (r.a.). Halife. Bir gece. Makamında. Ashaptan biri ziyaretine gelir. Selam verir. Selamı alınmamıştır. Oturur. Ömer işiyle meşgul! Sahabe bekler. Ömer çalışır. Selam alınmamış, yüzüne bile bakılmamıştır.
İş biter. Ömer mumu söndürür. Bir başka mumu yakar. O anda selamını alır. Konuşmaya başlar.
Sahabe sorar:
- Ya Ömer, niçin hemen selamımı almadın ve niçin bir mumu söndürüp diğer mumu yaktın ve ondan sonra benle konuşmaya başladın
Hazreti Ömer (r.a.):
- Evvelki mum devletin hazinesinden alınmıştı. O yanarken özel işlerimle meşgul olsaydım Allah indinde mes’ul olurdum. Seninle devlet işi konuşmayacağımız için kendi cebimden almış olduğum mumu yaktım, ondan sonra seninle meşgul olmaya başladım. Sahabenin gözleri yaşarır, ellerini kaldırarak şöyle dua eder:
-Ya Rabbi! Hattab oğlu Ömer’i bizim başımızdan eksik etme! Siz olun insanların dış görünüşüne aldanmayın gerçek kişilik sözle değil Özdedir.
* “Bir insanın şöhretine ve görünüşüne aldanma namaz ve niyazına bakma aklına ve doğruluğuna bak.”, “İnsanları düzeltebilmemiz için önce kendimizi düzetmemiz gerekir.”
Hz. Ömer
* İlim Çin’de de olsa alınız buyruluyor Çin malını nerede bulursanız alınız değil. Bilakis birinci düşüncede Çin’in ne kadar uzak olsa da ilim ve bilim için oraya gidilmelidir.
İkinci görüşe baktığımız zaman ilim için inançlı inançsız Yahudi Hristiyan gibi yaftalanmalara girmeyelim.
Hazreti peygamberil müminin yetidir nerede bulursanız oradan alınız buyurmaktadır. Kitabımızın ilk emri okumaktır. Her bir Müslümana da ilim öğrenmek kadın erkek olsun farzdır.
“Cahilin ibadetinden alemin uykusu efdaldır. Buyuran Resulullah’ın bu sözüne kulak verelim. bin bilsen de bir bilenin bilgisine ihtiyacımızın olduğunu bilelim.