Dünya ve ahiret sevgisini dengede tutulması gerekir.
Biz bunu dünyevileşme ve uhrevileşme diye tabir edilen iki kelimeyle izah ediyoruz.
Dünyeviyileşme probleminin çözümü uhreviyileşmek değildir Dünyevîleşmek ne kadar aşırılık ise, uhrevîleşmek de o kadar aksi yönde aşırılıktır; biri ifrat, öteki tefrit. İslâm itidal ve denge dinidir. Rabbimiz bizi aşırılıklardan uzak, mûtedil bir millet kılmıştır.(Bakara, 143)
Abdullah bin Ömer, Ebu'd-Derdâ ve Osman bin Maz'ûn gibi sürekli kendilerini ibâdetle meşgul etmişler ve ailelerini dünya nimetlerinden mahrum bırakma yolunu seçmişler. Bu davranışları Hz. Peygamber tarafından hoş karşılanmamıştır.,(Buhârî, Savm 56, Nikâh 1)
Her kim olursa olsun ölçüsüz bir şekilde dünya be ahiret’e sarılması bir tür ruhbanlık hayatına yönelmek de doğru bir davranış değildir. Yani dünya ahiret hayatı dengede tutulmalıdır.
Yukarıda adı geçen üç sahâbî, mü'minlerin annelerine Rasûlullah’ın gizlice yaptığı ibâdetleri sormuşlardı.
Aldıkları cevap ise Resulullah’ın günahı olmadığı halde, sabaha ve ayakları şişinceye kadar ibadetle meşgul olurdu cevabını alınca!
Rasûl-i Ekrem nerede?! Biz neredeyiz diyerek, içlerinden biri ben geceleri sabahlara kadar namaz kılacağım, diğeri ben hayatım boyunca hiç ara vermeden oruç tutacağım, öbürü de ben hiç evlenmeyeceğimteahhüdünde bulunmuşlar. Peygamberimiz, onlara "Şöyle şöyle diyenler sizler misiniz?" demiş ve "Vallahi, şunu iyi bilin ki, ben sizin Allah Teâlâ'dan en çok korkan ve sakınanınızım. Fakat bazen nâfile oruç tutar, bazen tutmam. Bazen nâfile namaz kılar, bazen uyurum. Ben evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir."Buyurmuştur.
Bu hadis-i şerif rivâyeti, sünnete göre amel etmenin önemini açıklar; dünyadan el etek çekme gibi aşırılıkların yanlışlığın doğru olmadığını vurgular.
Allah'a karşı kulluğunu ve fakirliğini hissedip O'na yalvarmaktır, nefsin hevâsından, gururdan, kibirden ve benlikten yana fakir olmaktır; Allah böyle fakirleri sever; geçimini teminde zorlanıp başkalarına el açıp onurunu yitiren fakirleri değildir.
"Bu dünyada kanadı kopmuş kuş, kurumuş ağaç, suyu çekilmiş havuz, dişleri dökülmüş yılan ne ise, fakir insan da odur." “İNSAN İNSANIN KÖLESİDİR”Bugün yardım alan, yarın emir alacaktır. “ZENGİNİN ATINA BİNEN YARIN ONUN KILICINI KUŞANACAKTIR” Emir alan emir kulu olur,bilinçli,bilinçsiz o kişinin kılıcını sallar.
Dünyevîleşen kişi; paranın esiri olur ve paranın yönlendirdiği edilgen kişidir. Maddî durumu ne olursa olsun, ebedî olan âhirete inandığı(nı söylediği) halde bütün uğraşısı dünya için olan kimsedir.
Allah (c.c.) kullarının yararlanması için çeşit çeşit nimetler yaratmış, dünyayı güzellik ve lezzetlerle donatmıştır.
Allah, dünya nimetlerini insanlar ve canlılar için yaratmaktadır.
Bu nimetleri kullanma ve yeme arzusunu da insanın içerisine koyan Allah’tır. Bunları yemek, içmek veya kullanmak insanın hem hakkıdır, hem de şükrünün bir gereğidir. İnsan nimetleri yiyecek, kullanacak ama nimeti vereni de bilecek.
“Allah yaratmış olduğu bütün nimetini kulunun üzerinde görmek ister.
Bu nimetlerden yararlanmak herkes için olduğu gibi biz müslümanlar için de tabiî bir haktır. Ancak,Bu nimetlerden istifade ederken,meşrû olmayan yollara sapmaması ve, o nimetin israf edilmemesi ve haramlara dalmaması gerekir.
Bir de bu nimetlerden istifade ederken nimeti vereni ve ahireti unutmaması gerekir.
Müslümanların zevk yapacağı yer ahirette ve cennettedir.
Bir şeyin helal ve haram klima yük değilse Allah’a aittir. Bir kimse helali haram, haramıda helal kırma et dese ne sahip değillerdir.
Bir şey helalsa, ve hoşumuza gidiyorsa ondan istifade etmek caizdir. Çünkü İslâm, mubah oldukça lezzet veren şeylerden faydalanmayı kişiye yasaklamamıştır. Eğer o şey, haram ise, ondan uzak durmak ve o nitelik onda oldukça onu kullanmamak gerekir.
Bu dünyada temiz rızklar, dünya hayatında kulluk yapan mü'minler için yaratılmıştır. Her ne kadar kâfirler dünyada onlara ortak olsalar da; o nimetler âhiret gününde sadece mü'minler için olacak, kâfirlerden hiç kimse onlara ortak olmayacaktır. Çünkü müminin cehennemi dünya kafirin cennetinde ise dünyadır kâfirlere cennet haramdır.
Bir Müslüman helal lokma ile beslenmeli haramdan uzak kalmalıdır.
Peygamberimiz, karnını helâl yiyeceklerle doyurur, şükreder; bulamayınca da sabrederdi. Eline geçtikçe tatlı yer, rastladıkça bal şerbeti içer, buldukça et yerdi. Bunların hiç birini özellikle yapmadığı gibi; âdet ve alışkanlık da edinmemişti.(Tefsir-i Kurtubi, c. 7, s. 198)
İslâm, her konuda olduğu gibi bu meselede de denge ister. Âhireti unutturmayacak, ibâdetten alıkoymayacak, harama yer vermeyecek şekilde dünyalık istemeyi yasaklamak bir tarafa böyle güzellikleri talep etmeyi teşvik eder,ifrat ve tefritten uzak kalmayı, aşırılıktan kaçınmayı ve dengeyi tavsiye eder.
Hz. Peygamber, "Aşırı gidenler helâk olmuştur." buyurur ve bu hükmü üç kere tekrar eder.
Günümüzde bazı kendini bilmez Kendi karnı tok komşusu aç yatan kendini alim sanan kişiler tarafından fakirlik övülmektedir. Çünkü onların işlerine geliyor. aslında, İslâm dini, yoksulluğu güzel bulup övmez. Çünkü yoksulluk, zelil olup aşağılanmaya sebebiyet verir.
Herkes tarafından yoksullar kullanılmaya meyillidir.
Kur'an'da şükreden zenginler çokça övülmüştür.
Güçlü Müslümanın, zayıf Müslümana nazaran Allah'a daha sevgili olduğunu söyleyen, veren elin alan elden üstün olduğunu beyan eden bu ve buna benzer bizlere tavsiye niteliğinde bir çok ifadelere yer verilmiştir.
Günümüz Müslümanlarının ve günümüz dâvâ adamlarının en zor imtihanı dünyevîleşmedir.
Öyle bir sömürü düzeni içinde yaşıyoruz ki, kapitalizm din olmuş, para da dünyevîleşen biri için tanrı, bankalar tapınak, çek ve hisse senedi kutsal bir kitapmış gibi . Ancak bilinçli dâvâ erleri, tevhidi bayraklaştıran ve dünyevîleşme adlı şeytanın hilelerini bilip kavlî ve fiilî duâ ile Allah'a sığınan muvahhidler bu kâğıttan tanrılara lâ/hayır! diyebiliyor.
İnsanı gaflete düşüren, sınav bilincini unutturan her türlü günahın arkasında bu dünyevîleşme vardır.
Bu bulaşıcı ve müzmin hastalığın doğru tedavisi, dünyayı reddetmek ve terk etmek değildir. İmtihan alanımızı terk etme hakkına sahip değiliz, ancak bunun çaresi de zor değildir.
Dünyada 57 Müslüman ülkesi var.
Bu ülkeler kapitalist düzene hizmet eden gayrimüslimlerin bankalarından bütün paralarını çekseler bu düzen yıkılacaktır.
Ve de Küfür, yeryüzüne hâkim olaraktır.
Esas dünyanın en yoksul insanı, paradan başka hiçbir şeyi olmayandır. Yoksulluk korkusu ile ömrünü servet toplamak peşinde harcamak fakirliğin ta kendisidir. Asıl zenginlik, dünya köleliğinden âzâd olmaktır.
Şimdide fakirlikten yakınanlara bir süzgeçten geçirelim. "Fakirlikten şikâyet edenlere sormak lâzım: 'İki gözünün kör olup bir milyar doların olsun, ister misin? Aklını ve dilini satın almaya kalkan olursa kaça satarsın? Hele hidayetini, dinini, cennetini satın almak isteseler kaç para istersin? Öyleyse, milyarlarca altın değerinde Rabbinin nimetleri varken, fakirlikten şikâyet etmeye utanmıyor musun?" Rızkın/zenginliğin en güzeli hidâyettir, imandır, takvâdır, sâlih ameldir, güzel ahlâktır.
Ne tuhaf, insan, dünyada fakir ve rezil olmaktan korkuyor da, âhirette fakir, rezil ve rüsvay olmaktan korkmuyor! Hâlbuki kulun âhirette iyi amellerden fakir düşmesi ve rezil olması, onun dünyada fakir ve rezil olmasından çok daha korkutucu ve utanç vericidir.
İnsanlar, fakir olmaktan korkarak dünyalık için çalıştıkları kadar cehennemden korkup korunmak için âhirete çalışsalardı, mutlaka cennete girerlerdi. Hapse girmemek için T.C. kanunlarına gösterilen gayret kadar, cehenneme girmemek için Allah'ın kanunlarına uyulsa, dünyamız da, âhiretimiz de cennete dönüşecektir. Sınava hazırlanan bir genç kadar âhirette cennet kazanmak için dünya imtihanına özen göstersek cennetin bütün kapıları bize açılır. Dünya huzuru da avans olur.
Müslümanlar arasında nerede ve ne zaman tartışma çıkarsa, bilin ki işin içinde servet, şöhret veya şehvet, yani para, makam veya kadın vardır. Ya bunlardan biri veya birkaçı. Kavganın sebebi bilindiğine göre tedâviside insanın elindedir, ve bunun da aşılması mümkündür