HAMZA BEY; BEN DE BÖYLE BİR HİKÂYEM OLSUN İSTERDİM...
Mâlum; hikâye deyip geçmemeli. Çünkü, hikâye konusu önemli. Hem de çok çok önemli. Nitekim, Efendimiz SAV de bir hadîsinde mağaradan çıkmak üzereyken bir kayanın kapattığı kapının açılması için oradaki herkesin yaptığı iyilikleri hikâye etmesi istendiği ve hikâyeler anlatıldıkça kapının az az aralandığını anlatıyor.
İYİ HİKÂYELER, GÜZEL SONUÇLAR
Biz burada detaya girmeden, öbür dünyâda cennet kapılarının açılması için iyi hikâyeler biriktirilmesi gerektiğini anlıyoruz. Bugünkü konumuz bu minvâlde, yaşanmış, bir bevî kerâmeti de zâhir olmuş müşahhas bir hikâye. Rabbimiz herkese nasîp etsin. Âmîn...
GURBETÇİ ALİ RIZÂ AĞABEY'İN İBRETLİ HİKÂYESİ
Ne kadar birebir anlatabileceğim bilemiyorum ama, öz îtibârıyle mesajı büyük ölçüde aktaracağımıza inanıyoruz. Mesele ve olay şu:
KAHVALTI'DAN ALMANYA'YA
Sabah bizim evde kahvaltı vardı. Bizim hanım anne-baba ve kardeşlerini kahvaltıya dâvet etmişti. Geldiler, yedik-içtik. Kahve ve sohbet faslında konu nereden geldi bilmiyorum kayınbirâder Almanya'da görev yaptığı yıllardan bir hâtırasını anlattı. Bu bana çok ilginç, duygulandırıcı ve öğretici geldi. Sizlerle hemen paylaşmayı bir görev telâkkî ettim ve de başka tasarıları erteleyip bu anlatımı onlar gittikten sonra hatırlayabildiğim kadarıyla sizlerle paylaşmaya karar verdim.
AĞZIMIZ AÇIK DİNLEDİK
Kayınbirâder anlattı, bizler de tâbiri câizse ağzı açık dinledik. En azından ben:
"Almanya'dayız. Zaman içerisinde cemaatle iyice kaynaştık. Lâf-muhabbet te iyi. Ama sohbet arasında birisinden söz ediliyor; bu câmiye gelmeyen birisi. Çok içki içtiğinden, hattâ gavurlaştığından falan dem vuruluyor. Bir böyle, iki böyle. Ben bunun iş yerini öğrendim ve bir gün ona gitmeye karar verdim.
GÖZLERİ IŞILDADI
İşyerine vardığımda şaşırdı. Tâbiri câizse, eli-ayağı tutuştu. Ben o zaman 30-32 yaşlarındayım, o 53-55 falan. Câmiye gelmemesine rağmen beni tanıyormuş. Gözleri ışıldadı.
- Hocam hoş geldin, buyur!
deyip beni bir yere oturttu.
MEMNÛNİYETLE MAHCÛBİYET ARASINDA
Ama, memnuniyeti her hâlinden belli, ancak bir yandan da mahcubiyet hâl ve tedirginliği var. Ne de olsa şantiye kulübesi türünden bir iş yeri.Toparlamaya çalışıyor bir yandan. Lâkin içki kokusu ortalığı kesiyor.
DOSTLUK İYİ, MUHABBET GÜZEL
Her neyse, güzel muhabbet kurduk, dost olduk. Sonraki gidişlerimizden birinde;
- Ali Rıza Âbi. Sen, arada bir olsun câmiye gelsene! dedim.
- Ama hocam; şimdiye kadar hiç gitmedim ki, bilmiyorum nasıl olur?
- Bir şey olmaz. Sen bu cumâ günü gel. Seni bekleyeceğim.
BÜTÜN GÖZLER ÜZERİNE ÇEVRİLDİ!
Neyse cumâ oldu; namaz öncesi kürsüdeyim, Ali Rızâ Âbi dış kapıdan girdi. Ortaya doğru gelirken bütün gözler üzerine çevrildi. Adam da ne yapacağını şaşırdı. Ben o arada cemaate dönüp;
HERKES KENDİNE BAKSIN
- Herkes kendi önüne baksın. Söyleyin bana bakayım, içinizde hiç içki içmeyen var mı, ya da içki ortamında bulunmayan?
Kimsede ses yok tabî.
- O zaman herkes kendi günahıyla meşgûl olsun, başını önüne eğip kendi hâline yanıp işine baksın!
DERKEN GELDİ RAMAZAN
Neyse günler böyle geçerken Ramazan geldi çattı. Zâten cumâlara hep gelmeye başlamıştı. Artık terâvihleri de kaçırmıyordu.
Bir akşam yine kürsüdeyken girdi içeri. Konumuz Hacdı. Namazdan sonra;
İKİMİZ DE AĞLIYORUZ
- Hocam; ben Hacc'a gitmek istiyorum. Eşimle berâber bizi de listeye yaz. Derken, bir kucakladı beni ama ağlıyor bir yandan. Doğrusu ben de ağladım.
ŞOM AĞIZLARA AZAR ÇEKTİM
Câmide liste var. İlk sıralarda Ali Rızâ Âbi ve eşi Havvâ hanım. Vakit için câmiye girdim; cemaatten bir grup listenin karşısında oturmuş sohbet ediyorlar; lâf arasında SARHOŞ falan gibi kelimeler sarfetmelerinden durumu anladım. Onlara bir azar çektim.
- Çıkın dışarı. Abdestlerinizi tâzeleyip gelin!
dedim. Ali Rızâ Âbi eşiyle o yıl hacca gittiler. Bize de çok duâ ettiler.
Biz görevimiz bitti Türkiye'ye döndük. 10 yıl sonra oradaki dostlar bizi Almanya'ya dâvet ettiler. Gittik. Eşinin anlattığına göre Ali Rızâ Âbi geldiğimizi öğrenmiş ve albümden birlikte fotoğraflarımıza bakıp o günleri yâd ederek bizimle görüşmeyi çok arzuladığını belirtmiş. Ama bu nasîp olmadı.
-DEDEM KAZÂ YAPMIŞ!
Lâkin; arkadaşlarla otururken koşa koşa torunu geldi;
- Dedem kazâ yapmış!
diye haber verdi. Biz arabâ kazâsı zannettik. Meğer iş kazâsıymış.
Bunlar inşaat işleriyle meşgûller. Su kuyusu falan da açıyorlar. Son defâsında iş makinası duruyor, yâni stop ediyor. Ali Rıza Âbi ortağını parça almaya gönderiyor.
MAKİNE BİRDEN ÇALIŞINCA!
O arada o, nesi var acabâ gibisinden anlamaya çalışırken makine birden çalışınca kolunu kaptırıyor ve artık kendisini kurtaramıyor.
Fişi çekecek kimse de yok. Orada, işinin başında, alınteriyle çalışırken gurbet içindeki gurbetten ebedî sılasına dönüyor. Mekânı cennet olsun. Âmîn.
SON NAMAZ DA HAMZA HOCA'YA NASÎP OLUYOR
Namazını kaldırmak ta kayınbirâder Hamza Bey'e nasîp oluyor. O zaman orada görev yapan arkadaş helâlleştirirken;
"- Merhum Amcamız, Hamza Hoca'dan çok bahisle berâber, sık sık hâtıralarını yâd ederdi. İşe bakınız ki Hikmet i Hüdâ kendisi de şu an aramızda. Duygularını ifâde etmek ve namazını kaldırmak üzere kendisini buraya dâvet ediyorum."
diyor ve bu minvâl üzere merâsim netîceleniyor. Rabbimiz onları sevdikleriyle berâber Efendimiz SAV'in komşuluğunda buluştursun; Âmîn.
MÜŞAHHAS HİKÂYE, MUAZZAM NETÎCE
Evet değerli dostlar. Ne güzel bir hikâye değil mi? Benim de böyle müşahhas bir hikâyem olsun isterdim. Kendini bilen herkes de elbette kendi çapında gayretlerle kâbiliyeti ve konumu ölçüsünde birşeyler yapmaya çalışıyor. İnşâllâh hepimize, bu ve benzeri güzel hikâyeler çıkarmak ve iyi sonuçlar elde etmeyi ihsân buyurması niyâzıyla Rabbimize yalvarıyor cümleye sevgiler-saygılar sunuyoruz wes'selâm...